Yerelde Çevresel Adalet ve Karadeniz Örneği
Nagihan Alan Yiğit
Yerel yönetimler, çevresel adalet ve çevre hakkı konularında kilit bir rol oynar. Çevresel adalet, herkesin sağlıklı bir çevreye ve yaşama hakkına sahip olduğu temel bir ilkedir. Yerel yönetimler de bu ilkeyi korumak, uygulamak ve teşvik etmekle sorumludur. Kentsel planlama, atık yönetimi, su kaynaklarına erişim ve hava kalitesi gibi konularda politikalar geliştirerek çevre hakkını güvence altına alacak çalışmaları hayata geçirmesi gereken yerel yönetimler aynı zamanda, çevresel adaleti sağlayarak, toplumun tüm kesimlerine eşit çevresel fayda sağlama amacını taşımalıdır. Bu, özellikle yoksul ve marjinalleşmiş toplulukları koruma altına almayı gerektirir çünkü bu gruplar genellikle çevresel risklere daha fazla maruz kalmaktadır. Bu yazı yerel yönetimlerin sorumluluklarını, Karadeniz örneğiyle yaşanan çevre tahribatının boyutunu ve çevresel adalet kavramını, tüm bu çerçevelerde ele alarak tartışmayı hedeflemektedir.
Anayasa’nın 127. Maddesinde de ifade edildiği üzere yerel yönetimler; “il, belediye ve köy halkının yerel müşterek ihtiyaçlarını karşılamak üzere kanunla kurulan ve karar organları seçmenler tarafından seçilerek oluşturulan kamu tüzel kişileridir.” Yerel yönetimler Büyükşehir Belediyelerini, Belediyeleri, İl Özel İdarelerini ve Köy Yönetimini kapsar ve yerel düzeydeki sorun ve ihtiyaçların kaynağına yakın olma üstünlüğünü elinde bulundurur. O nedenledir ki yerel çevre sorunun tespiti ve çözümü konusunda yerel yönetimler güçlü bir reaksiyon sahip olmalıdır. Çünkü çevre sorunlarının en belirgin olma özelliği sorunun ortaya çıktığı yere özgü olmasıdır. İnsan hayatıyla ilgili birçok konu yerel yönetimlerin sorumluluk alanına girmesi nedeniyle ve insan ihtiyaçları hızlı bir şekilde artarken doğal kaynakların aynı kaldığı bir dünyada çevre yönetimine duyulan zorunluluk çok açıktır. Yerel yönetimler çevreyle ilgili işlerde ve yerel girişimlerde tam yetkili makam ya da yönetim birimidir. (Çiğdem E, (2020). Ss. 85) Bu nedenle yerel yönetimlerin çevresel sorunların tespiti ve çözümünde güçlü bir aktör olmaları kaçınılmazdır. Sadece bununla da kalmayarak sürdürülebilir enerji, çevre dostu ulaşım ve yeşil alanların teşviki gibi çevre dostu projelere de yatırım yapmalıdırlar. Bu hem çevreye hem de topluma uzun vadeli fayda sağlayacaktır. Fakat tüm bunları sağlarken “şeffaf”, “özerk” ve “demokratik” bir yapıya sahip olmalıdır. Yerel yönetimlerin hizmet verdikleri yerin çevresel ve sosyal yapısına uygun bir çevre politikası geliştirmesi ve belirlenen çevre politikasını uygulaması elzemdir. Yerelin geliştirdiği çevre politikasını, merkezi yönetimin herhangi bir müdahalesi olmaksızın hayata geçirmesi için “özerk” bir yönetim yapısına sahip olması da şarttır.
Peki neden? Çünkü yerel yönetimler, merkezi yönetimden farklı olarak yerel yaşama, yerel düzeydeki sorun ve gereksinimlerin kaynağına yakın olma üstünlüğüne sahiptir. Yerel yönetimleri, merkezi yönetimin ülkenin her alanına ulaşan hizmet eli olarak düşünenler vardır. Bu, yerel yöntemlerin özerkliğinin göz ardı edilmesine, bağımlılığının artmasına yol açan bir yaklaşımdır. Doğanın bütünlüğü ilkesi gereğince, dünyanın bir noktasındaki çevre sorununun etkileri bütün dünyaya yayılabilir. Bununla birlikte, çevre sorunlarının en belirgin özelliği, tehlikenin ortaya çıktığı yere özgü olmalarıdır. Yerel düzeyde ortaya çıkan çevre sorunları, etkileşim yoluyla diğer ekosistemleri de etkiler. Yerel yönetimlerin, sorunların kaynağında yer almaları onları sorunların önlenmesinde ve çözülmesinde sorumlu kılmaktadır. En etkili çözümün, sorunun kaynağına en yakın kuruluşlarca gerçekleştirileceği açıktır. (Geray; 1998, 57. akt Öztaş, C., & Zengin, E. (2011)
Peki bu noktada çevresel adalet kavramı nasıl öne çıkar, bunu anlamak için kavrama biraz mercek tutalım. Çevresel adalet kavramı, sanayileşme ve kalkınma sürecinde ortaya çıkan çevresel sorunların küresel eşitsizliklere yol açtığı bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Çevresel adalet kavramı, doğal kaynaklardan yararlanma sürecini ve bu sürecin maliyetlerinin paylaşılmasını da beraberinde kapsar. Keza çevresel varlıklardan yararlanma ve bunun sonucunda ortaya çıkan maliyetlerin paylaşılması konusunu temel alması nedeniyle ekonomi ile de yakından bağlantılı bir kavramdır. Bu nedenle çevresel adalet oldukça geniş bir alanı kapsamaktadır. Esasen kentin yoksulluk, göçmenlik, toplumsal dışlanma, ırkçılık gibi nedenlerle daha çok dezavantajlı kesimlerinin yaşadığı mahallelerde sağlıklı çevre koşullarının yaratılması ve daha eşitlik temelli yaşam için girişilen bir mücadelenin sonucu olarak çevresel adalet kavramının ortaya çıktığını görüyoruz.
Örneğin metropollerin merkezinde veya lüks semtlerinde, atık depolama alanı yapıldığına pek rastlanmazken aynı durum yoksul bir mahalleler için geçerli değildir. Genelde atık depolamak için yoksul mahallelerde alan ayrıldığı görülür. Bu bölgelerde enerji ve endüstri tesislerinin konuşlandırılması, evsel atıkların zamanında ve düzenli toplanmaması, hava kirliliğinin ve gürültü kirliliğinin yüksek oluşu gibi halk sağlığını tehdit eden durumlar, bu bölgede yaşayan yurttaşların sağlıklı bir çevrede yaşam hakkına engel olarak hem fiziki hem de stres kaynaklı sağlık problemlerinin önünü açmaktadır. Kırsal alanlarda yaşam süren yurttaşların açılan maden sahaları, termik santraller, endüstriyel alanlar nedeniyle yaşam kalitelerinin düşmesi, hayat şartlarının bozulması gibi nedenlerle başka bölgelere göçmeleri, evlerini yurtlarını terk etmek zorunda kalmaları çevresel adalet kavramıyla tamamen zıt düşen bir gerçektir. Keza bu süreç, kırsal alanda yaşayan yurttaşların yerinden edilmesi, bir soylulaştırma sürecini beraberinde getirecektir.
Burada karşımıza çıkan soylulaştırma kavramına da kısaca değinmek, konunun anlaşılması adına önem arz etmektedir. Soylulaştırma (Gentrification) kavramı, ilk kez Londra’da işçi mahallelerinde bulunan konutların üst ve orta sınıf tarafından satın alınarak yıkılması ve bu konutların yerine lüks konutların yapılması ile birlikte mahallelerin toplumsal ve sosyal yapısının değiştirilmesi üzerine, 1964 yılında sosyolog Ruth Glass tarafından kullanılan bir kavramdır. Soylulaştırma kavramıyla, kelime anlamından da anlaşılacağı gibi, seçkin bir sınıf oluşturmak için kentsel mekânlarda devrim niteliğinde dönüşümlerin yapılarak toplumsal yapının dönüştürülmesi kastedilmektedir. Sanayinin kaldırıldığı kentsel mekânlardan işçi sınıfı veya daha alt sınıfların gönüllü olarak ya da zorla uzaklaştırılması ile kentsel mekânların yeni orta sınıflara açılması söz konusudur. Bu durum aynı zamanda bir tür yerinden etme sürecini de kapsadığı için önemli bir toplumsal çatışma nedeni de olabilmektedir. Kentsel mekânlarda ortaya çıkan çatışma, bir tür sınıf çatışmasından başlayarak önemli kent güvenliği sorunlarına dönüşebilmektedir. (Saçlı, A; 2019).
İşte bu nedenle yerel yönetimlerin ana amacı olan kamu yararı ilkesi ve temiz ve sağlıklı çevreleri oluşturarak halk sağlığını temin etme misyonları belediyeleri çevresel adaleti sağlamada önemli bir aktör haline getirmektedir.
Sadece Doğu Karadeniz’de faaliyet gösteren 243 HES bulunuyor!
Bilindiği üzere Karadeniz’deki birçok şehir; yol projeleri, hızlı yapılaşma, bölgede faaliyette bulunan taş ve maden ocakları ve dereler üzerinde yapımı süren hidroelektrik santraller (HES) sebebiyle son yıllarda gerek yurttaşların protestolarıyla gerekse de bu girişimlerin yarattığı çevre sorunlarıyla sık sık gündeme geliyor. TMOBB verilerine göre, Türkiye’de sadece Doğu Karadeniz’de faaliyet gösteren 243 HES bulunuyor. Türkiye’nin enerji ihtiyacını karşılamaktaki payı fikir ayrılığı yaratan irili ufaklı bu HES’ler, doğayı tahrip ederek bölgedeki yaşamı tehlikeye atıyor. (bbc.com)
Bu süreçte çevre tahribatının artması ve bu tahribatın yerel yurttaşlar üzerinde oluşturduğu fiziki ve psikolojik baskılar sonucunda yaşanan göçler tüm bu sorunların bilinen en gerçek sonucudur. HES’ler her ne kadar yenilenebilir-yeşil enerji kaynakları içerisinde yer alsalar dahi çoğu zaman doğa yaşamına geri döndürülemeyecek tahribatlar yaratması ve canlıları göçe zorlaması nedenleriyle doğayı ciddi bir tehlike ile karşı karşıya bırakmaktadır. Özellikle kırsal alanlarda tarım ve hayvancılık ile uğraşıp ekmeğini kazanan insanlar; göçe maruz bırakılmış, göç sonucu köyden kentlere daha doğrusu bilmedikleri bir kültür ve yaşam ortamında kültür çatışmaları içerisinde yaşamak durumunda kalmışlardır. (Demirel O, Üçüncü Ö; 2020. Ss 34)
Hidroelektrik santralleri birçok insanın yaşamını sürdürdüğü vadilerden göç etmelerine neden olmakta ve sadece bununla da kalmayarak bozulan ekosistem ile beraber suya dayalı tarım ürünlerinin üretimi de sekteye uğrarken tek geçim kaynağı tarım olan yöre halkı başka bölgelere göç etmek zorunda kalmaktadır. Örneğin Artvin’de santrallerin yapılmasıyla birlikte yörede yaşanan susuzluk nedeniyle yurttaşlar bölgeden göç ederken yörede madencilik faaliyetleri hız kazanmıştır. Dünyada baraj yapımı için ise bugüne kadar 40–80 milyon kişi zorunlu olarak göç etmek zorunda bırakılmıştır. Halkın göç etmesi vadilerdeki yaşamın yok olmasının yanı sıra kültürlerin yani dillerin, türkülerin, masalların, hikâyelerin, ninnilerin de yok olması anlamına gelmektedir. (karadenizisyandadır.net)
Sonuç olarak, yerel yönetimlerin, çevresel adaleti ve çevre hakkını koruma ve teşvik etme görevini yerine getirmeleri tüm bu sorunların önüne geçebilmek adına elzemdir. Bu, sağlıklı bir çevre ve yaşama hakkının herkese eşit bir şekilde sağlandığı bir toplumun oluşturulmasına da yardımcı olacak, doğanın tahribatını önlerken zorunlu göçlerin yarattığı yerel kültürün tahribatının da önüne geçecektir. Bu da yerelin merkezi yönetimden özerk şekilde çalışmasıyla mümkün olacaktır.
KAYNAKÇA
Bostancı, Seda. H. (2021). Yerel Yönetimlerde Güncel Yaklaşımlar: Teoriden Pratiğe (pp.41–71). Ekin Yayınevi
Çiğdem E, (2020). “Çevre Politikalarının Uygulanmasında Yerel Yönetimlerin Rolü”. Enderun Dergisi ss. 85)
Demirel Öner, Üçüncü Osman (2020). “Hes Projelerinin Olumsuz Çevresel Etkileri Üzerinde Alınacak Önlemler Ve Koruma Eylemleri, Kılıçlı Regülatörü Ve Hes Projesi Örneği”, Türkiye Peyzaj Araştırmaları Dergisi ss.34
Geray, Ceval, 1998, “Yerel Yönelimler Ve Çevre”, Çağdaş Yerel Yönetimler Dergisi, Cilt 7, Sayı 3, Temmuz 1998. (Akt Öztaş, C., & Zengin, E. (2011). Yerel Yönetimler ve Çevre. Journal Of Social Policy Conferences (54), S. 187)
Saçlı, A. (2019). Soylulaştırma ve Kent Güvenliği. Assam Uluslararası Hakemli Dergi 240–255
https://karadenizisyandadir.net/hidroelektrik-santraller-hes/ (Erişim Tarihi: 5 Aralık 2023)
https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-54303049 (Erişim Tarihi: 4 Aralık 2023)
Yazarın Özgeçmişi
İstanbul Üniversitesi Gazetecilik Bölümü mezunudur. Lisans eğitimi boyuncaŞeffaflık Derneği’nin yayımladığı Şeffaf Gündem dergisinde gönüllü yazarlık yapmıştır. Sosyal Bilimlerde Pandemi kitabının araştırmacı yazarları arasında yer almıştır. 2010 yılından bu yana ulusal basında çeşitli gazete, dergi ve televizyonda muhabir ve editör olarak çalışan Nagihan Alan Yiğit, şu an IFJ Uluslararası Basın Kartı sahibi olarak freelance gazeteci unvanıyla çalışmaktadır. Aynı zamanda gazetecilik yetkinliklerini halkla ilişkiler ajanslarıyla çözüm ortaklığı ve basın danışmanlığı alanlarında da kullanan Yiğit, birçok yerel ve global markanın halkla ilişkiler faaliyetlerinde de danışman olarak çalışmaktadır.